Bizim,
yeme kültürümüz yok,
okuma kültürümüz yok,
izleme kültürümüz yok,
yürüme kültürümüz yok;
bizim bi’ kültürümüz yok!

Hiçbir yere ait değiliz. Yiyoruz ama doymuyoruz, okuyoruz ama anlamıyoruz, izliyoruz ama görmüyoruz.

Artık her şey var ama hiçbir şeyin anlamı yok. Her şeyin “tüketim nesnesi” haline geldiği bir çağda kültür, sadece içerik oldu. Sosyal medya ile her şeyi yok ettik -ya da yeniden inşa ettik- bilemiyorum. Yeni nesile güzel bir şey bırakmadık. Onlar da bizim arkamızdan korkunç bir şekilde geliyor.

Kültür dediğimiz şey, artık içi boş bir vitrin gibi. Gösteri çağında yaşıyoruz. Güzel mekanlara fotoğraf çekilmek için gidiyoruz. Kitaba sadece hikayede paylaşmak için başlıyoruz. Kaldırımda yürürken acele acele birilerine çarparak ilerliyoruz ve yolun sağından değil de ortasından yürüyoruz. Zaten yollarda yürümek de artık eskisi kadar kolay değil; bir sosyal medya fenomeni (!) video çekerek size doğru yürüyor olabilir, rahatsızlık verdiğini bile bilmeden. Çünkü o bilmediği şeyin eksikliğini hissetmiyor. Nezaketi bilmiyor, saygıyı bilmiyor, empati kurmayı bilmiyor.

Sosyal medyada trend olan her şeyi yapmaya çalışan bir vitrin sanıyor kendini. İçini boşaltıyor her şeyin. Yüzeyselliği, gösterişi, vasatlığı ve patavatsızlığı övüyor; kabul göstermeye çalışıyor. Bunların rağbet gördüğünü biliyor ve buna göre davranış biçimini şekillendiriyor insan.

Kültür ezildi. İnsanlar bayağılaştı. Estetik, ucuz eğlencenin altına gömüldü.
Ve kimse farkında değil; çünkü insan bilmediği şeyin eksikliğini hissetmez.