Bilişsel seviyesi gelişmeye başlayan insanlar, neden mağaralara ya da çeşitli objeler üstüne çizim yaptılar? Neden çeşitli amaçlara hizmet eden ritüellerinde tartımlı hareketleri, maskeyi ve makyajı kullandılar? Duygularını anlatmak için ritimli sözleri neden seçtiler? Mitosların günümüz insanına ulaşmasını sağlayacak kadar önemli olması neden? Çünkü anlatmak istediler ve bunu ilk başlarda tamamen içgüdüsel yaptılar; bundan yetmiş bin yıl önce estetik veya “homo ludens” kavramları yoktu; veya sanata dair bilinçli bir yaklaşım yetisi gelişmemişti.

Sanatın, “katharsis” olduğu hepimizce malum. Onu icra eden de, talep eden de aynı “arınma” (tam karşılığı olmasa da) duygusunu yaşıyor. Bu konuda bütün teorisyenler, sanatçılar ve sanat severler hemfikir. O zaman gelelim, sanata duyduğumuz ihtiyacın kökenine. Zira ben bu yazıda, sanatı gereksiz bir uğraş olarak görenlerin, ‘Başkasının hayatından bana ne!’ gibi sığ bir düşüncenin ardına sığınanların tavrını çürütmek niyetindeyim. Daha doğrusu, yüzyıllar önce çürütülmüş olanı, hatırlatmak derdindeyim.

İnsanlığın geçmişinde boş bir çaba yoktur.(Kötülük barındıranlar hariç kanısındayım.) Homo Sapiens’den bu yana hayatta kalma ve neslini devam ettirme iç güdüsü, insanlığın bütün çabalarını şekillendirdi. Hayatta kalan ve şimdi doğal olarak bizim atalarımız olan kişiler, tüm bu çabaların ve evrime dayanan üretimlerin içinde sanatı da bize miras bıraktılar. Neslini devam ettirme içgüdüsüyle, sanattan yararlanma arasında hiç bir fark yok. Sadece sanatın icrası ve talebi yüzyıllardan beri bilinçli bir noktaya geldi. Sanıyorum bu bilinçlilik hali, sanatın birilerince gereksiz bir eylem olarak görülmesine yol açtı. Mesela, bundan yüz yıl önce bir halk şairinin dizelerinin güzelliğini ve insanda uyandırdığı duyguyu kimse sorgulamazdı, gereksiz olarak görmezdi.(Tabii, bu çok yüzeysel bir tespit, burada pek çok sosyolojik parametre var.)Kimse ‘kaç veya donakal’ tepkisini ya da saldırganlığı bu manada sorgulamaz, ancak sanatın getirdiği arınma sorgulanır. Unutmadan, Sosyal Bilimler de, bazen sanatla aynı kaderi yaşıyor. O da bir başka yazının konusu olabilir.

Evrim sürecinde insanlık, iki türlü seçilimle bizim atalarımız oldular: Biri doğal seçilim, biri de cinsel seçilim. O zaman bu noktadan itibaren, Dennis Dutton’ın “Sanat İçgüdüsü” kitabını anmakta fayda var. Çünkü sanatın ölçütlerini ortaya koyarken estetik başta olmak üzere pek çok kıstas arayan ve tartışan teorisyenler, sanatın evrimle olan bağlantısına pek değinmiyorlar. Sanırım, sanatın insanın özüyle olan bağlantısının koptuğu nokta buradan geliyor. Sanatın hangi dalı olusa olsun; eserler, dönemler ve sanatçılar üzerine milyonlarca çözümleme sayfası var; ama hiçbiri doğrudan bir söyleyişle eserle ve hitap ettiği kitle arasında evrimsel bir bağ kurmuyor. Kurmak zorunda da değil, ama birilerinin kurması ve hatırlatması gerekir. Bu manada, Dennis Dutton’ın kitabı büyük bir boşluğu(bazı teorisyenlerin eksiklerini de tartışarak) kapatıyor. Doğal seçilim ve cinsel seçilimle günümüze ulaşan insanın; cinsel seçilim hususunda sanatı nasıl ürettiğinden, ikisinin arasındaki bağlantıdan uzun uzun ve çetrefilli yollara girerek bahsediyor. Kitabın sonunda tüm taşlar yerine oturuyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Yazının başında sorduğum sorulara bir dönelim. Sanatın kökenine ve nasıl ortaya çıktığına değinmeyeceğim, zaten bu yazının konusu değil, ancak sanatın psikolojik etkilerinin, sanatın bir içgüdü olmasıyla alakalı olması lazım. Bir eseri okuyun, izleyin, seyredin; farkında olarak ya da olmayarak duygularınızın harekete geçtiğini hissedersiniz. Mesela; gülme eylemi, bunun en çabuk ortaya çıkan refleksidir. Üzülürsünüz, cesaretlenirsiniz, ööğrenirsiniz, sorgularsınız, fikriniz değişir, hayatla ilgili tutkularınız harekete geçer, enerjiniz yükselir, kin ve intikam duygularınız körelir, yanlışı görürsünüz, doğruyu görürsünüz, kötülerin kaybettiği, iyilerin kazandığını görürsünüz. Bunlara daha onlarcası eklenir. Peki bunlar nedir? Başkalarının hayatları, başkalarının duyguları ya da aşılanmaya çalışılan fikirleri değildir. Tüm bunlar, atalarımızın kadim hayat bilgi ve tecrübeleridir. Biz duygu arınması yoluyla hepsini alır ve beynimizin bir tarafına koyarız. Her eser, farkındalık ve öğrenme sağlar. Sanat, bizi yüzeysel olarak ağlatan ya da güldüren şey değildir; bizi derinden sarsan ve iyiyi, kötüyü ayırt etmeyi de öğreten, hayatı öğreten on binlerce yılın estetik olarak damıtılmış halidir. Ve en güzel içgüdüdür. Ben sanatın bu yönüyle, doğal seçilime de katkı sunduğu kanısındayım.