Türkiye, zor süreçlerinden birini daha yaşıyor. 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri sonrası CHP’nin kazandığı belediyelere yönelik ardı ardına operasyonlar düzenlendi. CHP’li belediye başkanları ve siyasilere gözaltı ve tutuklama kararları verilirken belediye bürokratları da sürecin dışında kalmadı. Tansiyon git gide artarken 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve ardından tutuklanmasıyla olaylar iyice alevlendi. Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yine onlarca CHP’li belediyede soruşturmalar artarken yüzlerce CHP’li isme ve belediye bürokratlarına gözaltı ve tutuklama kararları verildi.

CHP’li isimlere birçok farklı sebepten soruşturma açılmış olsa da soruşturma gerekçelerinin başında “yolsuzluk” iddiaları yer alıyor. Burada yolsuzluk, hırsızlık yapan kişileri savunacak değiliz elbette. Bu soruşturmalardaki iddiaların birçoğu somut olmayan delillere ve gizli tanıklara dayanırken, soruşturmada adı geçen kişilerin neredeyse tamamının tutuklu olarak yargılanması, soruşturmaların “adalet” duygusu ile değil de “siyasi hesaplaşma” kaygılarıyla yapıldığını akıllara getiriyor.

Yolsuzluk yapan, halkın kaynaklarını kendisine aktaran her kim varsa, hangi partiden olursa olsun hep birlikte karşısında olalım, eyvallah. Benim ve konuştuğum neredeyse herkesin aklında ortak bir soru var. Bu yolsuzluk iddiaları sadece CHP’lileri mi kapsıyor? Bu ülkede sadece CHP’nin kazandığı belediyelerde ve sadece CHP’nin kazandığı zamanda mı yolsuzluklar hakim? Bir tane AKP’li, MHP’li, DEM’li belediyede yolsuzluk iddiası olmaz mı? Olabilir elbet. Özellikle CHP’nin AKP’den devraldığı birçok belediyede, yeni yönetimler geçmiş dönemle ilgili suç duyurularında bulundu. Ama bırakın tutuklamayı, çoğu dosyada bir soruşturma bile açılmadı.

Adaletin bu kadar siyasallaştığı bir ortamda, halkın devlete olan güveni her geçen gün biraz daha zedeleniyor. Hangi partiye oy verirse versin, insanlar yargının bağımsız olmadığına, hukukun güçlüden yana işlediğine dair inanç geliştiriyor. Bu da yalnızca CHP’nin değil, demokrasinin tamamının sorunu haline geliyor.
Türkiye’de muhalefet partisi olmak artık yalnızca siyaset üretmekle sınırlı değil. Aynı zamanda sürekli olarak kendini savunmak demek. Siyasetçilerin hedefte olduğu bir düzende, bürokratlar da korkuyla görev yapıyor. Çünkü en ufak bir imza, bir gün kelepçeyle sonuçlanabiliyor. Bu da hizmet üretmeyi, yurttaşlara dokunmayı zorlaştırıyor.

Bu sürecin başlamasıyla Özgür Özel’i istisnai birkaç olay dışında iki kere aynı yerde göremiyorsunuz, o denli hareket halinde. Gittiği her ilde mitingler düzenliyor, gazetelere demeçler veriyor, çıkabildiği tüm kanallarda süreci anlatıyor. “Silahlı terör örgütü üyesi olmak” ve “yolsuzluk dosyalarından tutuklu yargılanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkında, “Silahlı terör örgütü üyesi olmak” dosyasından geçtiğimiz günlerde tahliye kararı çıkmıştı. CHP Genel Başkanı, tutuklu gazeteci Fatih Altaylı’nın programında konuyla ilgili konuşarak süreci çok güzel özetliyor. Özel, “Abdullah Öcalan bir önceki çözüm sürecinde adada yaptığı mülakatta Ahmet Özer’i de heyete alın, çok değerli görüşleri var demiş. Öcalan övdüğü için terör örgütüyle irtibatlı olabilirmiş. (Özer) Terörle irtibattan serbest kaldı. PKK’dan beraat, CHP’lilikten tutuklu” ifadeleriyle tüm süreci gözler önüne seriyor. CHP Genel Başkanı, meydanlarda, ekranlarda, gazetelerde; yurttaşların vicdanındaki adalete çağrı yapıyor.

Burada CHP’nin düşmanlaştırılmasından söz açmanın tam zamanı. AKP’nin yıllardır daha kötüye giden ekonomi yönetimi ve yurttaşlardan aldığı güvenoyunun iyice azalmasının ardından, CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısı ve ülkenin birinci partisi konumuna gelmesi belli ki AKP hükümetini iyice rahatsız etmiş gibi görünüyor. İktidarın CHP’yi yıldırmaya yönelik siyaseti halkta tam tersi yönde karşılık buluyor ve CHP gün geçtikçe güçleniyor.

Ama bu sürecin aynı zamanda bir başka potansiyel sonucu daha var: Dayanışma. Ülkedeki tüm yolsuzlukları CHP’nin yaptığı algısına inanan pek yok elbette, bilakis bunun adaletsiz bir hesaplaşma olduğunu düşünen, her siyasi görüşten çok büyük bir kesim var. Adaletsizlik yalnızca bir grubu değil, herkesi tehdit ettiğinde; sesler birleşmeye, vicdanlar ortaklaşmaya başlıyor.