Sokağın düzeni her zaman kapının eşiğinde başlar. Bir mahallede yüzlerce insan yaşar, farklı sesler, farklı alışkanlıklar birbirine karışır ama o sokağın gerçek düzenini belirleyen şey, herkesin kendi kapısına gösterdiği özendir. Kimisi erkenden kalkar süpürür, kimisi hiç uğraşmaz, kimi de süpüreni eleştirmekle meşguldür.

İşte memleketin hali de bir bakıma bundan farklı değildir.

Bugünlerde herkesin her konuda ahkam kestiği, uzmanlığın yerini tribün yorumculuğunun aldığı bir dönemdeyiz. Sosyal medya meydanında; bilgi de var, dedikodu da… Gerçek de dolaşıyor, yalan da. Fakat bu gürültünün içinde unuttuğumuz bir şey var: Kendi kapımızın önü temiz mi?

Ben gazeteciyim. Yıllardır yaptığım işte şunu öğrendim: Her konuya atlamak marifet değildir. Marifet, bildiğin konuda konuşmak, dokunduğun yerde adaleti aramak, tanık olduğun yanlışı ortaya çıkarmaktır. Haber yapmak, insanları hedef almak ya da kulaktan dolma bilgilerle bağırıp çağırmak değil; doğruyu aramak, gerçeği savunmak ve bunu yaparken kendi sorumluluğunu unutmamaktır. Çünkü bir gazeteci önce kendi kapısının önünü süpürür, belgeye dayanır, kaynağını bilir, cümlesinin arkasında durur.

Liyakatin değeri de tam burada ortaya çıkar. Bu ülkede uzun zamandır “işi bilmek” neredeyse bir ayrıcalık gibi gösteriliyor. Ehil olmak, hakkıyla çalışmak, bilgisini kullanmak bazen teşekkür bile alamıyor. Koltuklar başka kriterlere göre dağıtılırken, o koltukların altındaki hizmetler de kaçınılmaz olarak kirleniyor. Kendi kapısının önünü süpürmeyen, sokağın temizliğine katkı sunamıyor.

Kötü olan şu ki bu ülkede yıllardır liyakat kelimesi neredeyse bir lüksmüş gibi anılıyor. Oysa liyakat bir temizlik meselesidir. Bir işi ehline vermek, o işin geleceğini korumaktır. Devlet kurumlarında, belediyelerde, medyada, özel sektörde… Nerede olursa olsun işini bilmeyenin elinde en temiz niyet bile kirlenir. Zaten bu ülke de yıllardır bunun bedelini ödemiyor mu?

Ama siyaset öyle mi?
Liyakatin lafı var, kendisi yok.
Yetkinliğin adı var, karşılığı yok.
Şeffaflık deniyor, hesap sorulunca herkes bir anda buhar oluyor.

Belediyelerde eş-dost atamaları, bakanlıklarda hiçbir vasfı olmayanların koltuk kapışması, kamunun “bizim çocuklar” düzenine teslim edilmesi… Sonra da çıkıp millete ahlak, sorumluluk, fedakarlık nutku atılıyor. Kimin kapısının önü gerçekten temiz?

Toplum da bu temizliği talep etmek zorunda. Çünkü yurttaşı kandıranın kapısı hep temiz görünür, ama kokusu tüm mahalleyi sarar. Fotoğraf çektirerek icraat yapılmadığı, sosyal medya videosu çekerek hesap verilir olunmadığı, birilerinin üstüne bağırarak hizmet üretilemediği artık anlaşılmalı. Bir siyasetçinin öncelikli görevi, kendi kapısının önünü süpürmektir. Kendi kadrolarını düzgün kurmak, verdiği sözleri takip etmek, kamu kaynaklarını nereye harcadığını, nasıl harcadığını açıkça söylemek… Bunlar yoksa gerisi kuru gürültüdür. Oy verirken kimin iş yaptığına, kimin sadece fotoğraf çekildiğine, kimin gerçekten hesap verdiğine bakmazsak bu kiri hep birlikte solumak zorunda kalırız. Çünkü tertipli bir mahalle herkesin sorumluluğudur; bir kişinin çöplüğü, komşunun kapısına da bulaşır.

Bugün bu ülkede en çok ihtiyaç duyduğumuz şey; kendi işini doğru yapan, bildiği konuda konuşan, başkasının kapısına taş atmadan önce kendi eşiğini kontrol eden bir yapıdır. Hepimiz kendi kapımızın önünü süpürmeye başladığımız gün sadece sokaklar değil, siyaset de, medya da, toplum da kendiliğinden temizlenecek.